17 Aralık 2017 Endokrin + Genel Jinekoloji Bilimsel Programı Notları:
Yazan:
Uzm Dr. Engin Türkgeldi
Koç Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği
Endokrinolog Gözüyle Polikistik Over Sendromu
Prof. Dr. Okan Bülent YILDIZ, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
•
Polikistik
Over
Sendromu
(PKOS)
prevalansı
kullanılan
kriterlere
göre
değişiklik
göstermektedir.
NIH
kriterlerine
göre
%6,
Rotterdam
kriterlerine
göre
%10,
Androgen
Excess
-
PCOS
Derneğine
göre %10 olarak hesaplanmaktadır.
•
PKOS
tanısı
alan
hastalara
arasında
oldukça
farklı
fenotiplere
rastlanmaktadır.
Bu
konuda
yapılan bilimsel çalışmalarda kredibilite için spesifik fenotipler açıkça belirtilmelidir.
•
ABD’de
toplumdaki
obezite
prevelansı
yüksek
olduğu
için
PKOS
ek
bir
risk
faktörü
olarak
görülmemekteyken,
Türkiye’de PKOS obezite için risk faktörü olarak değerlendirilmektedir.,
•
Açlık
glukoz
değeri
tek
başına
insulin
direnci
tanısında
yeterli
değildir.
İki
saatlik
OGTT,
insulin
direnci
tespitinde
sekiz kat daha başarılıdır.
•
Klinik araştırmalar dışında, insulin direncinin değerlendirilmesi için serum insulin seviyesi ölçülmesi gereksizdir.
•
Hastaya
önce
yaşam
tarzı
değişiklikleri
önerilmeli,
metformin
rutin
olarak
herkese
verilmemelidir.
Yaşam
tarzı
değişikliğine
rağmen
glukoz
intoleransında
düzelme
olmayan
obez
PKOS’lu
hastalarda
ve
glukoz
intoleransı
olan
ve normal vücut ağırlığına sahip PKOS hastalarında metformin düşünülmelidir.
•
PKOS hastalarının tamamına yakınında oral kontraseptifler menstruasyon, hirsutism için faydalıdır.
•
Adolesanlarda ultrasonda polikistik over görünümü kriteri folikül sayısı yerine volüm olmalıdır.
•
Menarşı izleyen ilk iki yılda PKOS tanısı koymaktan kaçınılmalıdır.
Polikistik Over Sendromunda İnfertilite Yönetimi
Prof. Dr. Gürkan Bozdağ, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
•
Oligo-anovulasyon için kimler taranmalı, kimler taranmamalı?
o
21-35
gün
arasında
düzenli
adet
gören
kadınlar
veya
35
günden
uzun
süren
adet
aralığı
tarif
eden
hastaları taramaya gerek yoktur.
o
21-35
gün
arası
adet
gören
fakat
hirustizmi
olan
kadınlar
taranmalıdır.
31-35
gün
arası
adet
aralığı
olan
kadınlar gerek görülürse taranabilir.
o
Tarama
için
mensin
21-24.
günü
arasında
progesterone
ölçülebilir.
3
ng/ml
altındaki
değerler
anovulasyonu
işaret edebilir. Test günü, 35 gün arayla adet gören kadınlarda 28. gün yapılabilir.
•
Hayat
tarzı
değişiklikleri
ilk
basamak
olmalıdır.
Bu
sadece
konsepsiyon
için
değil,
uzun
vadeli
sağlık
sorunları
ve
gebelik komplikasyonları için de faydalıdır.
•
Birinci
basamak
tedavide
amaç
ovulasyonu
sağlamaktır.
Klomifen
sitrat
ve
letrozol,
BKI
25’ten
düşük
hastalarda
eş
değerde
faydalıdır.
BKİ’nin
daha
yüksek
olduğu
hastalarda
ise
letrozol
daha
başarılı
görülmektedir.
Metforminin tek veya kombine olarak tedavide faydası gösterilmemiştir.
•
CC için 6 aylık kümülatif gebelik oranı %38’dir.
•
İkinci
basamak
tedavide
bir
seçenek
laparoskopik
ovaryan
drilling’dir.
Günümüzde
kullanım
sıklığı
azalmıştır.
Avantajı,
işlem
sonrası
ilaç
tedavisine
gerek
olmamasıdır.
Öte
yandan,
invaziv
bir
işlem
olması
ve
uzun
vadede
medikal tedaviye başvurma ihtimali olması dezavantajıdır.
•
İkinci
basamakta
en
yaygın
tedavi
gonadotropin
ile
ovulasyon
indüksiyonudur.
Low
dose
step
up
protokolü
ile
çoğul gebelik ve tedavi iptali daha nadirdir, başarı şansı ise low dose step down ile aynıdır.
•
Buna
IUI
eklemek,
ovulasyonu
tetiklemek,
veya
luteal
faz
desteği
yapmak
tedavi
sonucuna
etki
etmemektedir.
Başka bir endikasyon yoksa bu tedavileri hastaya önermekten kaçınılmalıdır.
•
Üçüncü
basamakta
IVF
önerilmektedir.
Burada
en
önemli
kaygımız
hasta
güvenliği
olmaldır.
OHSS
riski
açısından
antagonist
protokol
kullanımı
ve
gerekirse
agonist
ile
ovulasyon
tetiklenmesi,
düşük
doz
gonadotropin
uygulanması, lüzum halinde total cryo düşünlmelidir.
Hirsutismus
Dr. Ramazan Mercan, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi
•
Hirsutismus, toplumun %5-10’u etkilemektedir.
•
Etiyolojisinde
%70-90
PKOS,
%1-15
konjenital
adrenal
hiperplazi
yer
almaktadır.
Nadiren
over
tümörleri,
adrenal
tümörler, ilaçlar, Cushing sendromu veya idiyopatik hirsutismusa bağlı olabilir.
•
Oral
kontraseptif
kullanan
hastalarda
serum
androjen
seviyelerine
ölçümü
için
ilaç
kesildikten
sonra
4
hafta
beklenmelidir.
•
Oral
kontraseptifler
tedavide
etkin.
En
az
6
ay,
tercihen
1-2
yıl
tedavi
sürdürülmeli.
Hastaya,
ilacın
çıkacak
olan
kıl
foliküllerine etkisi olacağı, mevcut olanları azaltmayacağı anlatılmalıdır.
•
Oral
kontraseptifler
ve
ciproteron
asetat
dışında
spirinolakton
kullanılabilir.
Bu
sürede
teratojenik
etkileri
nedeniyle
kontrasepsiyon önerilmelidir.
•
Finasterid, flutamid, dexametazon, eflornitin tedavide rolü olan diğer ajanlardır.
Pubertal Gelişim Bozuklukları Nasıl Yönetilmelidir.
Prof. Dr. Şükrü Hatun, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi
•
Tek taraflı meme büyümesi patolojik bir durum depildir.
•
Periferik prekoks puberte mutlaka tedavi edilmelidir.
•
Tanı anında meme gelişimi Tanner evre 4 veya daha ileri ise genellikle benign değildir.
•
Erken meme gelişimi, menarşın mutlaka erken olacağını göstermez.
•
Ultrasonda
sadece
overi
değerlendirerek
prekoks
puberte
tanısı
koymamak
gerek.
Uterus
boyutu
da
dikkate
alınmalıdır.
•
3-7 yaş arası prekoks puberte mutlaka tedavi edilmelidir.
•
7 yaş ve sonrası prekoks puberte idiyopatik ise hekim soğukkanlı olmalı, kliniği değerlnedirmelidir.
•
Sadece boyun kısa kalacağı gerekçesi ile erken puberte ile tedavi vermek doğru değildir.
Meme Kanseri Taraması 2018
Prof. Dr.Hasan Karanlık, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
•
8 kadından biri meme kanseri tanısı alıyor. Meme kanserleri, kadın kanserlerinin %25’ini oluşturuyor.
•
Erken tanıda kür şansı yüksek.
•
Mamografi
ile
taramanın
etkin
olmadığını
gösteren
Kanada
ve
İsveç
çalışmalarında
çeşitli
metodolojik
ve
teknik
sorunlar
mevcuttur.
Bunlardan
bazıları,
kitlesi
olan
kadınların
çalışmaya
dahil
olması,
mamografilerin
kalitesi,
radyologların
deneyimlerinin
sınırlı
olması
olarak
sayılabilir.
Sadece
bunlara
dayanarak
taramayı
etkisiz
ilan
etmek
doğru değil.
•
‘Independent
UK
Panel
on
Breast
Cancer
Screening’
yaptığı
değerlendirmede
20
yıllık
tarama
programında
mortalitenin %20 azaldığını belirtmiştir. Aşırı tanı riski %1’dir.
•
Taramadan en fazla fayda görecek grup 60-69 yaş arasıdır.
•
75
yaş
sonrası
rutin
tarama
önermek
için
yeterli
delil
yok.
Taramadan
fayda
görmesi
için
yaşam
beklentisi
en
az
5-
10 yıl olmalıdır. Bu yaş grubunda farklı nedenlerden ölümler daha sık.
•
Sağlık
Bakanlığı,
40-50
yaş
arasında
2
yılda
bir,
50
yaşından
sonra
yılda
bir
kez
mamografi
ile
tarama
yapılmasını
tavsiye etmektedir.
•
BIRADS 3’de malignite riski %1-2’dir.
•
Tarama modalitesi mamografidir, ultrasonografi değil.
•
Annesi
meme
kanseri
olan
bir
kadın,
annesine
tanı
konan
yaştan
10
yaş
önce
taramaya
başlamalıdır.
Taram
yöntemi ve zamanlaması bireyselleştirilmektedir.
Amaç:
Motor
blok
olmayan
epidural
analjezinin
plasebo
kontrol
grubuna
göre
nulliparlarda
doğumun
ikinci evresinin süresini etkileyip etkilemediğinin değerlendirilmesidir.
Metod:
Epidural
analjezi
isteyen
nullipar
baş
geliş
tekiz
gebeliklerde
çift-kör
randomize,
plasebo
kontrollü
çalışma
yapıldı.
Bütün
gebelere
doğumun
birinci
evresinde
0.08%
ropivacaine
ve
0.4
microgram/mL
sufentanil
ile
epidural
analjezi
uygulandı.
İkinci
evrenin
başında
gebeler
aynı
solüsyonun
devamına
veya
plasebo
salin
infüzyonu
uygulamasına
randomize
edildi.
Primer
sonuç
doğumun
ikinci
evresinin
süresiydi. Her grupta 200’er hasta bulunması planlandı.
Bulgular: Mart 2015-Eylül 2015 arasında 560 hasta tarandı ve 400 hasta (her grupta 200) çalışmayı tamamladı. Gruplar
arasında ikinci evrenin süresi benzerdi (epidural: 52 +/- 27 dakika salin: 51 +/- 25 dakika, P=0.52). Spontan vajinal doğum
oranı da benzerdi (epidural: 193 [96.5%] salin: 198 [99%], P=0.17). Ağrı skorları da ikinci evrede benzerdi. Plasebo
grubunda ≤8 memnuniyet puanı verenler daha fazlaydı (epidural: 32 [16%] salin: 61 [30.5%], P=0.001).
Sonuç:
Epidural
infüzyonun
devamı
doğumun
ikinci
evresinin
süresini
plasebo
ile
karşılaştırıldığında
etkilememektedir.
Maternal
ve
neonatal
sonuçlar
benzerdir.
Düşük
konsantrasyonda
epidural
lokal
anestezi
doğumun
ikinci
evresinin
süresini etkilememektedir.
Doğumun ikinci evresinin uzaması koryoamniyonit,
perineal laserasyon ve postpartum kanama gibi
olumsuz sonuçlara neden olabilir. Epidural analjezi
doğumda ağrıyı azaltmak için en efektif metottur,
fakat bazı çalışmalar epidural analjezinin doğumun
ikinci evresini uzattığını ve operatif vajinal doğum
oranlarını arttırdığını göstermiştir. Bazı obstetrisyenler
maternal ıkınma eforunu arttırmak için doğumun ikinci
evresinde epidural analjeziyi keserler veya azaltırlar.
Modern düşük doz epidural anestezi motor bloğun
daha az olmasını sağlar, hatta hastanın mobilize
olmasına imkan verir.
Bu prospektif, randomize, çift kör, plasebo kontrollü
çalışma düşük doz epidural analjezinin doğumun ikinci evresinin süresini etkileyip etkilemediğini incelemiştir. Epidural
analjezide motor bloğu en az seviyede tutmak için düşük doz ropivacain kullanılmıştır. Doğumun ikinci evresinin süresi,
normal vajinal doğum oranları, epizyotomi oranları, maternal ve neonatal sonuçlar açısından iki grup arasında fark
saptanmamıştır. İki grup arasında ağrı skorları benzer olmasına rağmen 8 ve altı memnuniyet puanı verenler plasebo
grubunda analjezi grubuna göre daha fazla saptanmıştır.
Bu çalışmanın zayıf yönlerinden birisi tek merkezli olmasıdır. Bunun dışında operatör ve hasta tercihine göre her iki
gruptaki toplam 49 hastanın (%12) epidural analjezisi kesilmiştir. Bu veriyi düzeltmek için intent-to-treat analizi
uygulanmıştır. Bu çalışmanın bir başka zayıf yönü doğumun gerçekleştiği ve memnuniyet puanlamasının yapıldığı zaman
arasındaki farkı kaydedilmemiş olması ve hastaların hatırlama yanılgılarına düşmüş olabilmesidir.
1- Doğumun ikinci evresinde Epidural Analjezi: Randomize kontrollü çalışma
Epidural Analgesia During the Second Stage of Labor A Randomized Controlled Trial
XiaoFeng Shen, MD, Yunping Li, MD, ShiQin Xu, MD, Nan Wang, MD, Sheng Fan, MD, Xiang Qin, RN, Chunxiu Zhou, RN, and Philip E. Hess,
MD Obstet Gynecol 2017;130:1097–103) DOI: 10.1097/AOG.0000000000002306
Pubmed linki: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/29016499
Özetleyerek Tercüme eden: Uzm. Dr. Berna Aslan Çetin
Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Kanuni Sultan Süleyman EAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği.
4- Mevcut tanı yöntemleri
•
A-
Simfizis
-
Fundus
Mesafesi
Gebelik
haftası
ve
fetal
gelişim
takibinde
ultrason
cihazlarının
kullanımından
önce
Leopold
manevraları
ve
simfizis-fundus
mesafesi
ölçümü
kullanılmaktaydı.
Hala
daha
ekonomik
açıdan
yetersiz
bölgelerde
antenatal
takipte
fizik
muayenenin
önemli
bir
parçasıdır.
Tanısal
açıdan
simfizis-fundus
mesafesinin
uç
değerleri anlamlıdır. Genel bir tarama testi olarak kullanıldığında düşük sensitivite (%17) nedeniyle yeterli değildir.
•
B-
Ultrasonografi
ile
biyometri
ölçümü
Temel
olarak
abdomen
çevresi,
biparietal
çap
ve
femur
uzunluğu
gibi
iki
boyutlu
ölçümler
kullanılarak
hesaplanır.
Hadlock
C
yaygın
olarak
kullanılan
formüldür.
Çok
sayıda
formül
vardır
ve
hepsisinin
yeterliliği
eşlik
eden
fetal
asimetrinin
varlığı
ya
da
yokluğuna
göre
değişmektedir.
Elde
edilen
tahmini
fetal ağırlık lokal referans değerlerine göre ele alınmalıdır.
•
C- Doppler ultrasonografi
C1 Umblikal arter
Anormal
gelişen
feto-plasental
vasküler
anatomi
maternal-fetal
alandaki
gaz
değişimini
%30’dan
daha
fazla
azaltırsa
UA
doppler
dalga
formunda
artmış
pulsatilite
indeksi
(PI)
şeklinde
değişiklikler
ortaya
çıkar.
UA
PI
95.
persantil
üzerinde
olması,
azalmış
veya
kaybolmuş
diastol
sonu
akım
paternleri
plasental
vasküler
yetmezlik
açısından
önemli
ölçüde
belirleyicidir.
Bu
doppler
değişiklikleri
fetal
durumdaki
akut
bozulmanın
bir
hafta
kadar
öncesinden
gelir.
UA
doppler
fetal
biyometriye
göre
erken
başlangıçlı
FGK
tanısında
faydalı
bir
tanısal
testtir.
Fakat
toplumda
nadir
görülmesinden
dolayı
düşük
riskli
gebeliklerde
rutin
olarak
önerilmemektedir.
Geç
başlangıçlı
FGK
olgularında
tipik
olarak
UA
doppler
normal
olduğundan 34 hafta sonrasında faydası minimaldir.
C2 Uterin Arter
Uterin
arter
doppler
ile
plasental
yetmezliğe
neden
olan
en
sık
patoloji
olan
plasentanın
maternal
vasküler
malperfüzyonu
(MVM)
tanısı
konabilir.
65,819
tekiz
gebeliğin
incelendiği
bir
çalışmada
32
haftanın
altındaki
plasental
yetmezlik
ile
giden
patolojilerin
(preeklampsi,
dekolman
ve/veya
SGA)
eşlik
ettiği
ölü
doğumların
%80’inde
uterin
arter
PI
20-24.
haftalarda
üst
sınırlarda
bulunmuştur.
Düşük
riskli
gebelerde
rutin
olarak
bakılması
önerilmemektedir.
Üçüncü
trimesterde
ileri
haftalarda
bakıldığında
çoğu
ağır
FGK
olguları
doğurtulmuş
olacağından
FGK
tanısında
abdomen
çevresi
ölçümlerine
ek
bir
fayda
sağlamamaktadır.
Uterin
arter
doppler
bakılması
en
çok
tanı
almamış
erken
başlangıçlı
FGK
olgularında
faydalıdır.
5- Taramada yeni yaklaşımlar
5.1 Maternal serum biyobelirteçleri ve çoklu parametreli modeller
Down
sendromu
taramasında
kullanılan
serum
biyobelirteçleri,
ağır
plasental
disfonksiyon
olan
gebeliklerde
klinik
komplikasyonlar
oluşmadan
önce
tarama
konusunda
da
ilgi
görmüştür.
2014
yılında
yapılan
4,970
olguyu
içeren
bir
prospektif
kohort
çalışmada
çoklu
parametreleri
tarama
modeli
değerlendirilmiştir.
Maternal
risk
faktörleri,
maternal
serum
PAPP-A,
B-HCG
seviyeleri,
kan
basıncı
ve
uterin
arter
doppler
ilk
trimesterde
değerlendirildiğinde
erken
FGK
için
%73,
geç
başlangıçlı
FGK
için
%32
sensitivite
tespit
edilmiştir.
Aynı
grubun
9,150
olguyu
içeren
başka
bir
kohort
çalışmasında
maternal
özellikler,
kan
basıncı,
uterin
arter
PI,
PlGF
ve
sFlt-1
dahil
edildiğinde
ilk
trimesterde
erken
başlangıçlı
FGK
için
%86,
geç
başlangıçlı
FGK
için
%66
sensitivite
elde
edilmiştir.
Başka
bir
çalışmada
20-34.
haftalar
arasında
preeklampsi
şüphesi
olan
vakalarda
PlGF,
FGK
için
47
belirteç
arasından
%93
ile
en
yüksek
sensitivite
düzeyine
ulaşmıştır.
Daha
yeni
bir
çalışmada
düşük
PlGF
(<5.
Persantil)
plasental
patoloji
kaynaklı
FGK
olguları
için
%98
sensitivite
ve
%75
spesifisite
sağlamıştır.
Bu
çalışmalar
göstermiştir
ki,
sadece
tek
belirteç
olarak
PlGF’nin
tek
bir
kez
yapılan
tahmini
fetal
ağırlık
ölçümüne göre FGK tanısında yüksek bir sensitivite ile daha başarılı bir belirteçtir.
5.2. Nükleik asitler, proteinler ve metabolitler
Non
invaziv
prenatal
test
(NIPT)
maternal
dolaşımdaki
fetal
DNA‘yı
kullanarak
kromozomal
anomali
taraması
sağlar.
Benzer
olarak
serbest
plasental
RNA
(cpRNA)
kanda,
plazmada,
idrarda
ve
amnios
sıvısında
erken
haftalarda
saptanabilir.
Artan
sayıda
çalışma
cpRNA’nın,
üriner
metabolitlerin,
kord
kanındaki
metabolitlerin
ve
aminoasit
seviyelerinin
FGK
olan
olgularda,
normal
doğum
ağırlıklı
olan
olgulara
göre
farklılık
gösterdiğini
tespit
etmektedir.
Yeni
çalışmalar
plasental
ekzomlar
üzerine
odaklanmıştır.
Yeni
nesil
daha
sofistike
çalışmalar
FGK’nın
etyolojisine
(fetal
ya
da
plasental)
yönelik
bilgi
sağlama
potansiyeline
sahip
olsa
da
FGK
etyolojisinde
plasental
katkı
çok
daha
fazla
yer
kapladığından
yeni
çalışmalar
yeni
ortaya
çıkan
etkili
tarama
ve
tanı
belirteci
olan
PlGF’den
daha
iyi
bir
yöntemi
hedef
almalıdır.
6. Doğum zamanı
FGK
olan
olgularda
doğum
zamanlaması,
ölü
doğum
ve
nörogelişimsel
olumsuz
etkileri
önleyecek
şekilde
olmalı,
fakat
bu
sırada
prematüritenin
getireceği
riskler
ile
bir
denge
sağlanmalıdır.
Devam
eden
araştırmalara
rağmen
perinatal
mortaliteyi
azaltan
tek
yaklaşım
doğumdur.
TRUFFLE
konsorsiyumu
erken
başlangıçlı
FGK
olgularında
(26-32
hafta)
doğum
zamanlaması
açısından
en
iyi
izlemin
duktus
venozus
doppler
incelemesi
ile
sağlandığını
göstermiştir.
Başka
bir
çalışmada
ise
geç
preterm
FGK
(34
-
<37
hafta)
olgularında
doğum
indüksiyonunun
spontan
izleme
göre
ölü
doğum
oranlarını
azalttığını
göstermiştir
fakat
ilginç
olarak
term
FGK
(37
-
<39)
olgularında
aynı
avantaj
gözelnmemiştir.
Sonuç
olarak
önemli
perinatal
sonuçlar
açısından
yeterince
güçlü
çalışmalar
olmadığından
FGK
olan
olgularda
optimal
doğum
zamanlaması için uluslararası bir fikir birliği yoktur.
7- Potansiyel tedaviler
The
Fetal
Medicine
Foundation
26,941
çoklu
parametreli
tarama
yapılan
olgudan
1,776
tanesini
preterm
preeklampsi
açısıdan
yüksek
riskli
kabul
edip
randomize
etmiştir.
Yakın
zamanda
yapılan
bu
çalışmanın
sonucuna
göre
günlük
150
mg
aspirin
kullanımı
ile
preterm
preeklampsi
belirgin
olarak
azalmıştır
(OR:0.38).
Aspirine
heparin
eklenmesinin
araştırıldığı
EPPI
çalışmasında
preterm
preeklampsi
ve
FGK’yı
önleme
açısından
sadece
aspirine
göre
fark
bulunamamıştır.
HEPEPE çalışmasında da benzer sonuçlar bulunmuştur.
Sonuç
•
Patolojik
gelişim
kısıtlılığı
olan
fetuslar
ile
yapısal
olarak
küçük
ve
sağlıklı
olan
fetusları
birbirinden
ayırt
edecek
daha etkili yöntemler ile klinik sonuçlar daha olumlu olacaktır
•
Erken
gebelikte
plasental
yetmezlikten
şüphelenilen
olgularda
düşük
doz
aspirinin
fetal
gelişime
katkısı
görülmemiştir.
•
Büyümesi
25.
–
85.
Persantil
arasında
olan
fetuslarda
perinatal
morbidite
ve
mortalite
en
düşük
seviyededir.
FGK
olan
olgularda
daha
olumlu
klinik
sonuçlar
elde
edilmesi
takip
ve
dikkat
gerektirir,
örneğin
tahmini
doğum
ağırlığı
25. persantilden düşük olan tüm fetuslar büyüme eğrisi takibine alınmalıdır.
•
FGK
olan
olguların
tanı
ve
yönetiminde
ultrasona
ek
olarak
yeni
bir
belirteç
olarak
ortaya
çıkan
PlGF
büyük
potansiyele
sahiptir.
Tahmini
fetal
ağırlık
25.
persantil
altında
olan
vakalarda
tek
bir
kez
PlGF
ölçümü
ve
normal
değer
elde
edilmesi
sonraki
gelişim
açısından
yapılacak
ultrason
incelemesi
ihtiyacını
azaltacaktır
ve
yapısal
olarak
25. persantil altında normal devam edecek bir gelişimin habercisi olacaktır.
•
Erken
gebelikte
yapılan
çoklu
parametreli
tarama
testlerinin
FGK
için
doğruluk
oranı
yüksek
olsa
da
tarama
pozitif
olan olgularda herhangi bir girişimin faydası gösterilemediğinden bu testler henüz geçerlilik kazanmamıştır.
Over kanserinin ultrason ile erken tanısı
Kentucky
Üniversitesi’nde
37.000’den
fazla
asemptomatik
kadın
yıllık
transvajinal
USG
(tvUSG)
ile
6
yıl
taranmış
ve
invaziv
epithelyal
over
kanseri
saptamakta
USG
ile
taramanın
spesifitesi
%98,5
saptanırken,
pozitif
prediktif
değer
(PPD) ancak %8,9 olarak hesaplanmıştır.
Birleşik
Krallık’ta
202.000
den
fazla
50-74
yaş
arası
asemptomatik
menopozal
kadın,
yıllık
tvUSG,
CA
125
ve
tarama
olmayan
gruplara
randomize
edilmiş
ve
tvUSG
ile
taranan
grupta
PPD
tüm
over-tuba
kanserlerinde
%5,3
ve
invaziv
over
kanserlerinde
ise
%2,8
olarak
bulunmuş,
ancak
taranan
grupta
ölüm
oranında
anlamlı
bir
azalma
saptanamamıştır. Ayrıca bir over kanseri saptamak için gereksiz 10 ameliyat yapılmıştır.
Japonya’da
83.000
kadının
dahil
olduğu
bir
diğer
çalışmada
ise
bir
over
kanseri
saptamak
için
33
selim
nedenli
ameliyat yapıldığı görülmüştür.
Renkli
ve
spektral
doppler
başlangıçta
düşük
dirençli
yeni
damarlanmanın
gösterilmesiyle
selim-malign
ayrımını
yapmada
mükemmel
bir
yöntem
olarak
gösterilmişse
de
yapılan
çalışmalarda
yanlış
pozitiflik
değeri
%40
olarak
gösterilmiştir.
Öngörme modellerinin performansları
Risk
of
malignity
index
(RMI)
1
ve
2,
ultrason,
CA
125
ve
menopoz
durumuyla
hesaplanan
testler
olarak
%78
sensitivite ve %87 spesifitesi ile Simple Rules’tan önce en iyi performansa sahip olan öngörü testleriydiler.
Sımple Rules selim ve malign olmak üzere 2 grup tanımlamasından oluşmaktadır.
Ultrason bulgularına göre 3 kural uygulanmaktadır.
1
.
Kural: Eğer selim bulgu bulunmadan bir veya daha fazla malign bulgu varsa kitle malign olarak sınıflandırılır.
2
.
Kural: Eğer malign bulgu bulunmadan bir veya daha fazla selim bulgu varsa kitle selim olarak sınıflandırılır.
3
.
Kural:
Eğer
malign
ve
selim
özellikler
aynı
anda
bulunursa
(
%24
vakada
)
sonuç
belirsiz
olarak
sınıflandırılır.
Belirsiz
vakalar
için
istenecek
ek
serum
belirteçlerinin
katkısı
olmadığından
bu
hastaların
uzman
ultrasonografiste yönlendirilmesi önerilmektedir.
Amaç:
Asemptomatik
kadınlarda
ultrasonografik
olarak
tanısı
konulmuş
selim
over
teratomlarının
doğal
seyrini değerlendirmek
Metod:
Ocak
2003-Aralık
2013
tarihleri
arasında
tek
bir
tersiyer
merkezde
transvajinal
ultrasonografi
ile
tanısı
konulmuş
(transabdominal
ultrasonografi
yapılan
sekiz
vaka
hariç)
over
teratomu
olan
408
kadın
(ortalama
yaşı
36.6,
yaş
aralığı
14-81)
üzerinde
retrospektif
gözlemsel
kohort
çalışması
yaptık.
Over
teratomu
olan
613
kadından
205’ine
hemen
cerrahi
tedavi
uygulanırken,
geriye
kalan
408
hasta
tanı
konulduktan
3
ve
6
ay
sonrasında
da
yıllık
olmak
üzere
ultrasonla
takip
edildi.
Selim
over
teratomunun
ultrasonografik
tanısı
için
aşağıdaki
özelliklerden
en
az
biri
gereklidir:
karışık
ekojenitede
kistik
kitle,
kalın
bant
benzeri
ekolar,
yağ-sıvı
seviyesi,
veya
arkaya
gölgelenme
veren
ekojenik
kabarıklık.
Klinik,
ultrasonografik
ve
histolojik veriler (ameliyat olanlarda) analiz için toplandı.
Sonuç:
Takip
süresince,
408
kadından
130’u
(%31.8)
ameliyat
oldu.
Cerrahi
için
ana
neden
protokolümüze
göre
doktorun
önerisiydi
(n=115).
Bir
hastada
adneks
torsiyonu
oldu.
Cerrahilerin
çoğu
(112/130
(%86.2))
tanıdan
sonraki
ilk
5
yılda
yapıldı.
Geri
kalanı
(278/408)
hala
takipte
(ortalama
zamanı
45.6
ay,
aralığı
6-147
ay).
Bu
lezyonların
çoğunluğunda
değişiklik
olmadı
ve
kadınlar
asemptomatik
kaldı.
Cerrahi
olarak
çıkarılan
kitlelerin
histolojik
tanısı
130
vakadan
103’ünde
(%79.2)
benign
over
teratomu
idi.
2
borderline
tümör,
4
endometrioma,
3
fibrom,
7
seröz
kist,
2
müsinöz
kist,
2
struma
ovari, 7 diğer selim ve malign olmayan vaka vardı.
Sonuç:
Sonuçlarımıza
göre
ultasonografide
benign
over
teratomu
saptanan
asemptomatik
kadınların
bekleme
tedavisi
ile
yönetilmesi
uygun
bir
seçenek
olabilir.
Bu
lezyonlar
için
cerrahi
riski
5
yıllık
takipten
sonra
anlamlı
olarak
azalır.
Yakın
takiple malignensi tanısının atlanması riski düşüktür.
Over
teratomları
tüm
germ-hücreli
over
tümörlerinin
%95’ini
oluşturup,
epitelyal
olmayan
benign
over
tümörleri
içerisinde
en
sık
görülenidir.
Cerrahi
olarak
çıkarılan
benign
over
kitleleri
içindeki
prevalansı
%14.3
ile
%28.6’dır.
benign
teratomların
çoğu
premenapozal
kadınlarda
(ortalama
yaş
32)
görülürken
premenarşal
kızlarda
ve
ileri
yaş
postmenapozal
kadınlarda
da
görülebilir.
Benign
over
teratomu
tanısı
konulan
kadınların
yaklaşık
%30’u
en
sık
şikayet
olan karın veya pelvik bölgede ağrı şikayeti ile başvurur.
Kadınların
çoğunda
bu
kistler
başka
endikasyonlar
nedeniyle
yapılan
fizik
muayene,
görüntüleme
veya
cerrahi
değerlendirme
sonucunda
rastlantısal
olarak
saptanmaktadır.
Transvajinal
ultrason
benign
over
teratomlarının
özelliklerini
belirlemek için mükemmel bir araçtır: bildirilen sensitivitesi ve spesifisitesi sırasıyla %86 ya %99 kadar yüksektir.
Çalışmamızda
torsiyon
riski
oldukça
düşük
oranda
(%0.2)
idi.
Daha
önceki
çalışmalarda
bildirilenlere
göre
(%3.5
kadar
yüksek torsiyon riski) over teratomlarında gerçek torsiyon riskinin daha düşük olduğu sonucuna vardık.
Takip
edilen
vakalarda
daha
genç
olan
hasta
grubunda
ve
daha
büyük
kisti
olan
kadınlarda
cerrahi
olasılığını
daha
fazla
gözlemledik.
Takip
sürecinde
çoğu
kadın
asemptomatik
kalsa
da
kist
boyutlarındaki
artış
cerrahi
tedavi
için
kritik
bir
faktör
olarak
gözükmektedir.
Ancak,
cerrahi
tedaviyi
önermek
için
klinik
pratikte
kullanılabilecek
büyüme
oranı
veya
boyut
için
bir
eşik
değer
yoktur.
Biz
kliniğimizde
çok
düşük
komplikasyon
oranları
ile
6
cm
den
büyük
kistlere
cerrahi
önermekteyiz.
Sonuçlarımız da 5 yıllık takipten sonra cerrahi riskinin anlamlı olarak azaldığını göstermektedir.
4- Ultrasonografik Olarak Tanı Konulmuş Benign Over Teratomlarında Bekleme
Tedavisinin Uzun Dönem Sonuçları
Long-Term Results for Expectant Management of Ultrasonographically Diagnosed Benign Ovarian Teratomas
Pascual MA, Graupera B, Pedrero C, Rodriguez I, Ajossa S, Guerriero S, Alcázar JL. Obstet Gynecol. 2017 Dec;130(6):1244-1250.
Kaynak linki: http://journals.lww.com/greenjournal/Abstract/2017/12000/Long_term_Results_for_Expectant_Management_of.9.aspx
Özetleyerek Tercüme eden: Uzm. Dr. Nadiye Köroğlu
Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Kanuni Sultan Süleyman EAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği.
Giriş:
Ovulasyon
indüksiyonu
ve
intrauterin
inseminasyon
(OI+IUI),
açıklanamayan
infertilitenin
ilk
basamak
tedavisinde
dünyada
yaygın
olarak
kullanılmaktadır.
IVF’e
göre
daha
az
invaziv
ve
ucuz
olması
nedeniyle
tercih
edilen
bu
yöntem
ile
açıklanamayan
infertilitesi
olan
hastaları
takip
etme
yaklaşımını
kıyaslayan
randomize
kontrollü
çalışma
sayısı
azdır.
Bu
konuda
daha
önce
yapılmış
olan
iki
çalışmada,
OI+IUI’un
üstünlüğü
gösterilememiştir.
Bunların
ışığında
2013
yılında
Birleşik
Krallık
Ulusal
Sağlık
ve
Bakımda
Mükemmeliyet
Enstitüsü
(The
UK
National
Institute
for
Health
and
Care
Excellence-NICE)
açıklanamayan
infertilite
nedeniyle
iki
yıldan
uzun
süredir
çocuk
sahibi
olamayan
çiftlere
ovulasyon
indüksiyonu
ile
ve
tek
başına
IUI
tedavisinin
rutin
olarak
önerilmemesi
yönünde
tavsiyede
bulunmuştur.
Öte
yandan,
İngiltere’de
dahi
fertilite
merkezlerinin
%96’sı
bu
çiftlere
IUI
önermeyi sürdürmüştür.
Bu
çalışmanın
amacı,
açıklanamayan
infertilite
tanısı
alan
ve
Hunault’un
öngörü
modeline
göre
doğal
yolla
gebelik
elde
etme
şansı
yüzde
30’dan
düşük
olan
çiftlerde,
oral
klomifen
sitrat
(CC)
veya
letrozol
ile
üç
siklus
OI+IUI
tedavisi ile takip yaklaşımının etkinliği kıyaslamaktır.
Yöntem
ve
Gereçler:
Pragmatik,
açık
etiketli,
çift
merkezli
randomize
kontrollü
bu
çalışmaya
toplam
201
hasta
katılmış
ve
101
hasta
altı
ay
içinde
tamamlanacak
üç
siklus
OI+IUI
grubuna,
100
hasta
üç
siklus
takip
grubuna
randomize
edilmiştir.
Tedavi
kolundaki
hastalara
menstruasyonun
2-6.
günleri
arasında
kliniğin
tercihine
göre
CC
(50–150
mg)
veya
letrozol
(2,5
–
7,5
mg)
verildikten
sonra
estradiol,
LH
ve
ultrason
takibine
alınmış,
LH
pikinden
24
saat
veya
ovulasyon
tetiklenmesinden
36
saat
sonra
IUI
uygulanmıştır.
Üçten
fazla
folikül
saptanan
hastalara
tedavi
iptali
ve
kontrasepsiyon
önerilmiştir.
Luteal
destek
rutin
verilmemiş
olup,
inseminasyon
sonrası
7.
günde
progesteron
seviyesi
20
pmol/L’den
düşük olan hastalara verilmiştir. Bu gruptaki hastalara en fazla altı ay içinde toplam üç siklus tedavi uygulanmıştır.
Takip
grubuna
ise
olası
ovulasyon
döneminde
cinsel
aktif
olmaları
önerilmiş
ve
menstruasyonun
ilk
günü
ile
cinsel
aktivite
günlerini kaydetmeleri istenmiştir. Hastalar üç siklus boyunca takip edilmiştir.
Yaklaşık
üç
yıl
süren
bu
çalışmada,
birincil
sonlanım
noktası
olarak
canlı
doğum
oranları
belirlenmiştir.
Sonuçların
günlük
pratiğe
yol
göstermesi
amacıyla,
intention
to
treat
incelemesi
(ITT)
(tedaviye
niyet
odaklı
inceleme)
tercih
edilmiştir.
Per
protocol analizi de ayrıca yapılmıştır.
Bulgular:
Gruplar
yaş,
parite,
BKİ,
ırk,
obstetrik
geçmiş
arasında
benzerlik
göstermektedir.
Sadece
AMH
seviyeleri,
takip
grubunda anlamlı olarak daha yüksek saptanmıştır.
OI+IUI
grubundaki
kümülatif
canlı
doğum
oranı
%31
iken,
takip
grubundaki
canlı
doğum
oranı
%9’da
kalmıştır.
Aradaki
fark,
OI+IUI
lehine
istatitiksel
olarak
anlamlı
derecede
yüksek
bulunmuştur
([RR]
3.41,
95%
CI
1.71–
6.79;
p=0·0003).
Dikkat
çekici
olan,
IUI
grubundaki
8
gebeliğin
tedaviler
arasında
ve
öncesinde
gerçekleşmiş
olması,
takip
grubundaki
2
gebeliğin
birinin
çalışma
öncesi
diğerinin
ise
sonradan
hastanın
isteği
ile
IVF
sonucunda
gerçekleşmiş
olmasıdır.
Araştırmacılar,
bu
tip
durumların
klinik
pratikte
de
sık
olarak
yaşandığını
ve
sonuçların
gerçek
hayattaki
uygulamaya
daha
iyi
yol
göstermesini
istedikleri
için
bu
analizi
sunduklarını
belirtmişlerdir.
Öte
yandan,
per-protokol
analizi
de
OI+IUI
tedavisinin
anlamlı
olarak
daha
yüksek
canlı
doğum
oranı
ile
sonuçlandığını
göstermiştir
([RR]
3.89,
95%
CI
1·66–9·11
p=
5- Açıklanamayan İnfertilite Tanısı Alan Kadınlarda Ovulasyon İndüksiyonu ve İntrauterin
İnseminasyon Tedavisi İle Takip Yaklaşımının Karşılaştırdığı Pragmatik, Açık-Etiketli, Çift
Merkezli Randomize Kontrollü Çalışma
Intrauterine insemination with ovarian stimulation versus expectant management for unexplained infertility
(TUI): a pragmatic, open-label, randomised, controlled, two-centre trial
Cynthia M Farquhar, Emily Liu, Sarah Armstrong, Nicola Arroll, Sarah Lensen, Julie Brown
Auckland, Yeni Zelanda The Lancet, 2017, in press
Kaynak linki: http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(17)32406-6
Özetleyerek Tercüme eden: Uzm Dr. Engin Türkgeldi
Koç Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği
0·002). Bu sonuçlara göre, fazladan bir canlı doğum için beş çifte üç ay OI+IUI tedavisinin uygulanması gerekmektedir.
İki
çift
ikiz
gebelik
de
OI+IUI
grubundan
çıkmıştır.
Doğum
ağırlıkları
arasında
iki
grup
arasında
anlamlı
fark
saptanmamıştır.
Luteal
faz
desteği,
sadece
%15
hastaya
uygulanmış
olup,
ilginç
olarak
bunların
hiçbirinde
canlı
doğum
gerçekleşmemiştir.
Sonuç
Sonuç
olarak,
açıklanamayan
infertilite
tanısı
alan
ve
Hunault’un
öngörü
modeline
göre
doğal
yolla
gebelik
elde
etme
şansı
yüzde
30’dan
düşük
olan
çiftlerde,
CC
veya
letrozol
ile
üç
siklus
OI+IUI
tedavisi,
takip
yaklaşımına
göre
3
kat
daha
yüksek
gebelik
şansı
sunmaktadır.
Bu
çiftlere
OI+IUI
tedavisi
etkin,
güvenli
ve
görece
olarak
ucuz
bir
seçenek
olarak sunulabilir.